“Çakaaalll !” , “Kıskananlar Çatlasın!”, “Cennette köle olacağıma, cehennemde kral olurum” lafları ve koca koca nazar boncukları… Bunlar toplumsal felsefemizin temelini oluşuturan dinamikler.Çan eğrileri, kıyaslamalar, kendini iyi hissetmemizi sağlayan fakat bizi gerçeklikten uzaklaştıran önyargı yumağı rasyonelliştirmeler ve nihayetinde ‘negatif rekabet’. Bunlarda üstte bahsettiğim dinamiklerin sonuçları.
Tespitim şu: Rekabeti bize çok yanlış öğrettiler ve dolayısıyla rekabeti çok yanlış tanımlıyoruz.
Konunun köklerine inmek istiyorum. Bu mesele yeni değil, antik Yunandan beri var. Antik Yunanda, ışığın tanrısı ‘Apollon’ ve elinden şarabı eksik olmayan, (şimdiki)hippiliğin tanrısı ‘Dionysus’ arasındaki mücadele bu durumu yansıtıyordu.
Dionysus, duygularına göre yaşar ve karar verir. Yasanılan an önün için çok önemlidir. Hormonlarının esiri olmuştur. Apollon ise plancıdır ve mantığına öncelik verir. İşte bu ikisi arasındaki savaş aslında doğayla insan arasındaki savaştır.
Doğa kolaycıdır. Hiç bir nehir, denize dökülmek için dağları delmez. Etraflarından dolanır. İnsanla doğayı ayıran şey, yeteneğimiz, uzun süreli, planlı çaba verebilmemizdir. Bu mantığımızın bir sonucudur. Her medeniyet doğaya rağmen kurulur ve gelişir. Yani, insanlığı medenileştiren şey mantığımızdır. İnsan varlığı gereği değil mantığı sonucu medenileşmiş, uygarlaşmıştır. (tabi bu terimleri ilk akla gelen şekilde kullanmıyorum, çünkü 2 ağaç kesip ev yapmakta medeniyettir.)
Bu meselenin rekabetle bağlantısı aslında çok önemli. Çünkü hissettiklerimiz biyolojimizin, doğamızın(hormonlar dolayısıyla) bir sonucu. Rekabet denilince akla, bitmek bilmez kıyaslamalar, kıskançlık ve biri biri pahasına yapılan işler geliyor. Bu aslında rekabet değil, hazcı uyumdur( Yinede kolay anlaşılsın diye ‘negatif rekabet’ olarak adlandırıyorum). Hazcıdır çünkü hissettiklerimiz, yani çevremizdeki insanlardan daha iyi ya da daha kötü olma hissi, bizim rekabete bakış açımızı oluşturyor. Uyumcudur çünkü bu değerlendirmede kendimizi çevremizdekilere endekslemiş oluyoruz.
Pozitif rekabet ise, objektif olarak iyi yada kötü olmaktır. Örneğin matematikte Ahmetten iyi olmak yerine matematikte iyi olmaktır. İyi olma durumunu başka insanlara göre değil, objektif kriterlere göre belirlenir. Ve aslında rekabeti bu noktada kriterlere rağmen yaparız.
Çan eğrisini düşünün. Çan eğrisi tamamiyle sübjektif çünkü önemli olan notlar değil, sıralama. Sıralama önemli olduğu için insanlar birbiri pahasına yarışırlar ve birinin başarısı ötekinin başarısızlığı olabilir. Bu yüzden kıskançlıklar ortaya çıkar. Kıskançlıklan özgüvenle arasındaki ters ilişki, negatif rekabetin özgüveni de azalttığını yada özgüven eksikliğinden kaynaklandığını gösteriyor.
Negatif rekabet pragmatik düşüncenin de temelinde yatıyor. Toplumuz, düşünen ve planlayan yerine anlık olarak kazanç sağlayanları seviyor. Hinlik yapan bir gence Çakaaal demek ve yarattığı böbürlenme hissi( iltifat mahiyetinde)aslında bunun iyi bir örneği. Fakat kimse Einstein’a çakaaaal demez dememiştir.
Durumun çözümü ise, hissiyatımızın farkında olarak hareket etmek. Bir hayat görüşü belirleyip, hislerimizi mantığımızla eğitmek, komplekslerimizden kurtulmak. Negatif rekabet aslında bizim kendimize karşı cahilliğimizden kaynaklanıyor. Yani eğitilebilir bir şey. Özellikle şimdiki haz+mantık(olması gereken mantık>haz) bileşimini destekliyen dominant felsefede, ruhsal olarak rahatlamak istiyorsak kendimizi geliştirmekten,sınırlarımızı geliştirmekten başka çaremiz yok.










0 yorum:
Yorum Gönder