Başbakanın TOBB üyeleri birer işçi alsın, ekonomi rahatlaşın açıklamasını dinleyince ve TOBB üyelerinin tepkisi üzerine yaptığı ‘emek sömürüsü’ çıkışını duyunca aklıma şu olay geldi. Bundan 100 yıl önce, henüz birinci dünya savaşından önce Amerika birleşik devletlerinde de bizimkine benzer bir işsizlik dalgası yaşanıyordu. Tabi o zamanlar, otomotiv endüstrisinin yeni gelişmeye başladığı, Amerikanın kapitalizme en fazla yaklaştığı yıllar. İşadamlarının başında, birer işçi alın diye diretende yok. İşte bu işsizlik dalgasında, günlük ücretler 1.6 dolara kadar düşmüş. Ama bu dönemde, kafası ciro eksi üretim maliyeti eşittir kar şeklinde çalışanlar tarafındanhiç beklenmeyecek hatta aptallık olarak nitelendirilecek bir olay olmuş. Ford Motor, günlük emek ücretlerini 5 dolar olarak belirlemis. Bu işin sosyal ve yönetimsel boyutunu tartışmak istiyorum.
Bu ilk bakışta Ford’un operasyonel karını büyük ölçüde düşüren bir karar. Fakat işin içyüzü değişik. Yüksek maaş hem en yetenekli çalışanları Ford’a çekmiş hem de işçi değişim oranını bir hayli azalmış. Bu düşük insan kaynakları maliyetleri demek. Nasıl bir hammaddeyi madenden fabrikaya taşımak bir maliyet gerektiriyorsa, bir işçinin çıkmasından dolayı doğan eksiği tamamlamakta bir maliyet gerektiriyor. Yüksek yetenekli çalışanlar ise hiç tartışmasız yüksek üretkenlik demek. Sonuçta, Ford bu maaş zammına rağmen, toplam maliyetlerini düşürmeyi başarmıs, hatta ürünlerini daha ucuz fiyattan pazara sürmeye başlamıs. Aynı zamanda büyümeye de devam etmis. Yani hem sosyal boyutta emeğe gereken değer verilmiş, hemde firma kazançlı çıkmış. Bir kazan/kazan durumu.
Dün Ege Cansen’in çok güzel bir tespiti vardı. Başbakanın ‘emek sönmürüsü’ değerlendirmesine çok nükteli bir dille karşı çıktı, ve eğer emek sömürüsü olsaydı bu memlektte işsizlik olmazdı dedi. Çok doğru, çünkü emek sömürüsü tanım olarak, emeği değerinden az çalıştırmak demek. Bu da fazladan kar getirir. Yani alınan her işçi, karlılığı artırır. Demekki hem işsizlik hem de emek sömürüsü aynı anda olamazmış. İşsizlik kişisel bir problem değil, sosyal bir problem.
Ford’un yaklaşımı da işletmelerin sosyal problemlere nasıl cevap vermesi gerektiğinin güzel bir örneği. İşletme etki alanı sınırları içinde, sosyal problemlere çözümler sunmalı. Ne oturup ağlamalı, ne de beklemeli. Çünkü sağlıklı bir işletme sağlıksız bir sosyal atmosferde barınamaz. Yani sosyal atmosferin sağlıklı olması, işletmelerin kendi çıkarına. Ha eğer durum etki alanı dışındaysa(küresel ısınma gibi), ya halkın biliçini kullanarak bunu bir fırsata dönüştürmeli, ya da gerekli regülasyon için adım atmalı. En kötüsü reaktif oalrak oturup beklemek. Çünkü, kamuoyu oluşmadan, toplum için toplum pahasına iş yapmak genelde zarar getirir.(CHP). İşletmenin sosyal etkilerini tartışırken şu örneği akıldan çıkarmamak lazım. Bir otomotiv firması emniyet kemerini regülasyondan önce bir modelinde kullanmıştı. Ama halk bu duruma kötü tepki verdi ve firma üretimi durdurmak zorunda kaldı. Ta ki gereken kamuoyu oluşup regülasyon gelene kadar. Ne demistik: bazen sadece kalabalığa uymakta para eder!

.jpg)





