İdealist olmak kulağa çok güzel gelen bir olgu. İdealist denilince hemen aklıma hayatını bürokrasiyle mücadele ederek geçiren öğretmenler, ideolojisini herşeyin üstünde tutan inanmışlar geliyor. Fakat biraz 'idealist olma' olgusunu kurcalayınca, durum benim için birden bire değişmekte.
Geçtiğimiz hafta, Zaman gazetesinin genel yayın müdürü Ekrem Dumanlı, Zirvedekiler adlı bir programa konuk oldu.Programda, hayatını anlatırken "Çok İdealist" olduğunu söyledi ve bunu desteklemek için Amerika'da master yaptığı dönemde kara kaplı bır deftere, Türkiye'ye döndüğünde genel yayın yönetmeni olursa yapması gereken şeyleri yazdığını söyledi. Gazetenin yönetimini hala bu notlar çerçevesinde sürdürüyormuş. Doğruluğu şu örnekten belli: x vs. y => x=y. Yani Ekrem Dumanlı idealist olmayı böyle tanımlamış oldu.
Aslında Ekrem Dumanlı'nin kara defteriyle yaptığını, diğer idealistlerde kafasında yapıyor. Belli hayat görüşlerini hatta bazen daha da somut olguları sabitleyip, o yolda ilerlemeye uğraşıyorlar. Benim de önermem su: İdealist olmak demek gerici olmak demektir.
İdeal oluşturmak, o güne kadar derlenip yorumlanmış fikir, uygulama ve görüşlerin bir resmini çekmektir. Kararlarımızı hep bu resimden referans alarak yönetmektir. Çünkü beynimiz, bu resme göre oluşan her fikrin bizi ideal oluşturulan konu hakkında en iyiye ulaştıracağını düşünür. Yani bu resmin bizi 'ideal'e götüreceğine yürekten inanırız. Halbuki resim çekmek, beraberinde statikliği getirir.
Dünya o kadar dinamik ki hiç bir matematiksel model doğru tahminlerde bulunamıyor. Her ne kadar oluşan trendler öngörülebilse bile, bu trendlerin kırılma noktalarını tahmin etmek imkansız. İşte geçmişle, geleceği de bu kırılma noktaları ayırıyor. Hatta meşhur "The Black Swan" kitabının yazarı Nicolas Taleb hayatımızı ve tarihimizi bu beklenmeyen kırılmaların belirlediğini söylüyor. Taleb'e göre bu kırılmaların açıklaması,ancak iş işten geçtikten sonra yapılabiliyor.
Böyle dinamik bir dünya'da ideal oluşturmak ise anlamsız çünkü gerçekler, bilgi, fikirler ve yorumlar sürekli değişiyor. Konuşulan her cümle,yapılan her hareket gerçekliği bir parça değiştiriyor. İdealler de aynı oranda gerçeklerin arkasında kalıyor hatta pek çoğu ütopya'ya dönüşüyor.(Bazen de bir taklide) İdealistlik uğruna harcanan her efor bu safhadan sonra gericilik, çünkü sürekli ilerleyen dünyada sabit durmak' boş yere efor sarfetmek doğal olarak geride kalmayıda beraberinde getiriyor.
İşletmeler üzerine de konuşmak istiyorum. İşletmeler için belirli, kalıplanmış bir ideala sahip olmak hem maliyetlidir hemde çevreyle arasındaki uyumu bozar. Bir işletme gerçeklere uyum sağlayamadığı an ölmüş demektir. Teoride işletmeinin ideal'i diyebileceğimiz(aslında tam anlamıyla değil) 'misyon' son zamanlarda pazarlama amacıyla kullanılıyor ve kesinlikle gercek anlamda ideal üzerine kurulu değil.
Örneğin, Wall Martın misyonu su: "Always low prices,always"(Herzaman düşük fiyat, herzaman). Bir işletmenin ideal'i düşük fiyat olamaz çünkü bu düşük fiyatın ileride onu yada çıkardas'larını iyi konuma getireceği kesinlikle belli değil. Dün getirmiş olması da ileride bunun böyle devam edeceğini göstermez. Bazen optimal çözüm yüksek fiyat ta olabilir. Ayrıca fiyat üzerinden ideal olmaz. Bu misyondaki amaç kesinlikle psikolojik bir pazarlama tekniği. Çoğu işletme için de bu durum böyle.
Aslında her işletmenin söylenmeyen misyonu şu: "toplumdan alıp topluma vermek" İstesede istemesede işletmeler nihayetinde bu misyonu gerçekleştirir. Fakat bu bir ideal değil gerçektir ve nasıl olacağına dair idealize görüşler ortaya sürmek( 3'e al 5 sat ehehehe gibi...) gericiliktir.
Çözüm, hem kişisel bazda hem de işletme bazında, gerçekleri kişisel algıdan üstün tutmaktır çünkü gerçekler çarpıtılamaz ama kişiler kolayca hataya düşebilir. İşte bu yüzden oldum olası fotoğraf çekmeyi pek sevmem.
not: Etik ideallerle, yazimda bahsettiğim idealizm'in birbirine karıştırılmamasını umuyorum.














0 yorum:
Yorum Gönder