
Çoğu zaman, bana sunulan fikirlere karşı defansif bir tutum göstermem çünkü bilirim ki genelde ilk tepkiler üzerinde az düşünüldüğü için 'değişen gerçek'e yakın olmaz, hatta 'amprik' olmaktan bile uzak olabilir. Fakat bu tutumum söylenenleri de hemen slogan şeklinde kabul etmeme de neden olmaz. Eğer üzerinde düşünülmeye değerse, araştırmaya ve düşünmeye hemen başlarım.
Devlet ve kurumlar üzerine herkesin bir fikri ya da düşüncesi vardır ve bu genelde yakın oldukları ideolojik altyapıya göre şekillenir. Örneğin 'sosyalist' düşünceye yakın bir kimse genelde devletin her konu üzerinde hakimlik kurması, tüm ilişkileri denetlemesi gerektiğini savunur. Liberaller ise tam tersi olarak bilinir. Aslında bu düşünce tarzı günümüzün gerisinde kalmıştır, çünkü 2 kutuplu dünya düzeni, birbirleriyle kapışan 2 farklı görüş dönemi çoktan bitti ama insanlar gelişmeleri geriden takip ediyorlar. Bunun nedeni bu dönemin sadece 20 yıl önce bitmiş olması ve yeni dünya düzenini kavramış 'düşünce liderleri'nın eksikliği.
Fakat bu dönemin bitmiş olması, devlet ve kurumların piyasalar üzerindeki etkinliğinin 'saçma sapan' bir düşünce olduğunu göstermez. Aslında 2 kutuplu dünya düzeni ve aralarındaki diyalektik sonucu oluşan 'sentez', yanı kapitalizmin sosyalist piyasalardan edindiği 'referanslar' kapitalizmi daha da güçlü hale getiriyor.
Bu kapitalist & sosyalist meselesinde, düşünceleri sabit 2 nokta olarak görmek çok sakıncalı çünkü her geçen gün bu düşünceler de değişiyor, hatta 'evrimleşiyor'. Dünyayı statik olarak görmek bana göre değil. Dünün kapitalist düşüncesi olan 'bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler', bugünkü tecrübelenmiş piyasalardan çok uzak bir kavram. Şu arkaplanda çalan, en genci 40 yıllık olan eserler bile şeklen tek notası değişmediği halde, manen her gün değişiyor. Çünkü dinleyicilerin algısı ve çevirisi dinamik.
Yazıda serbest bir piyasanın neden devlete ihtiyacı olduğunu anlatmaya çalışacağım. Bu olayı açıklarken 'vikipedya canavarı' olmak yerine, kendi düşüncelerimi kullanacağım. Bu eleştirmek isteyenlere büyük fırsatlar verecek, dolayısıyla bana da gelişme şansı sağlayacak.
Önce Marx'in teorileştiği 'ilkel kominizim' tanımından başlamak istiyorum.
İnsanlar geçmişte avcılık ve toplayıcılıkla uğraştığı zamanlarda katma-değer kavramı yoktu ve bu insanlara doğal ve ilkel bir kominist hayat yaşama şansı vermişti. Devletsiz bir yaşamdı ve hiçbir sosyal sınıf ve hiyerarşi yoktu. Marxism'e ve Anarşistlere göre de varılacak nokta buna benzer daha gelişmiş bir yaşam tarzı. Bu önermeyi doğru kabul ettiğimi varsayın. Sorum su: peki ne oldu da bugünlere geldik yani sosyal hiyerarşi ortaya çıktı? Neden insanoğlu kendini sıkıntıya soktu? Neden tarımla beraber katma-değer oluşturma ihtiyacı duyduk?
İnsanlar geçmişte avcılık ve toplayıcılıkla uğraştığı zamanlarda katma-değer kavramı yoktu ve bu insanlara doğal ve ilkel bir kominist hayat yaşama şansı vermişti. Devletsiz bir yaşamdı ve hiçbir sosyal sınıf ve hiyerarşi yoktu. Marxism'e ve Anarşistlere göre de varılacak nokta buna benzer daha gelişmiş bir yaşam tarzı. Bu önermeyi doğru kabul ettiğimi varsayın. Sorum su: peki ne oldu da bugünlere geldik yani sosyal hiyerarşi ortaya çıktı? Neden insanoğlu kendini sıkıntıya soktu? Neden tarımla beraber katma-değer oluşturma ihtiyacı duyduk?
Marx'in ilkel kominizm kavramı ancak 'orangutanlar' gibi sosyal dürtüleri gelişmemiş hayvan topluluklarında görülür ve bu milyonlarca yıldır böyle devam eder. İnsanlar daha 'insan' olmamışken böyle bir sistemde yaşaması doğal ama düşüncem su: insan sosyal bir varlık olarak evrimleştikçe, hayatta kalma dürtüsü onları topluluk olmaya itti ve aynı dürtü katma-değer kavramını insanlar için ulaşılabilir kıldı. Yani ilkel kominizim ancak 'hayvanlar dünyasının' küçük bir kısmında mümkün. (Tekerlek yokken insanların durumu da buydu).
Aslında bugün dünyada bu esaslara göre yaşayan tek bir topluluk var:'Piraha'lar. Bu topluluk Amazonların derinliklerinde dünyadan kopuk yaşadığı için doğal olarak sosyal evrimini tamamlayamamış ve insan olmaktan çok uzak. Tekerlegi icat edememisler. Bu onları istisna yapıyor. Bulundukları çevrede göçün ve tarımın da imkansız olması, hiç bir uygarlığın egemenliğe altına girmemeleri de bu duruma katkıda bulunmuş. Özetle, insan olmanın gerektirdiği dürtüler, biyolojik yapımız, bizi katma-değer yaratmaya itmiştir diyebiliriz.
Bu dürtü aynı zamanda özel mülkiyet kavramının ortaya çıkmasını sağladı. Özel mülkiyeti koruma ihtiyacı ise insanları önce topluluklaşmaya sonra devletleşmeye itti. Tabıkı bunun doğal sonucu sosyal hiyerarşi oldu. Yani sosyal hiyerarşi, biyolojik yapımızın bir sonucudur. Hiyerarşisiz bir toplumda, anarşizm baş gösterir ve bu bizi gerisin geri hayvanlığa döndürür çünkü ortaya negatif sonuçlara doğru götüren bir rekabet ortaya çıkar. Zaten bu olay biyolojimizle ters olduğu için bu durum hiç yaşanmamıştır ve yaşanmayacaktir.
Eğer bu biyolojik argüman kafanıza yatmadıysa şunu düşünün: bugün 'pazarlama' ve 'tüketici davranışı' konseptlerinde bile marka sadakatı gibi pek çok olayı psikolojik faktörlere dolayısıyla biyolojiye bağlıyoruz. Yani bugün bile bu biyolojik faktörler seçimlerimizi ve geleceğimizi aynı güçte etkilemeye devam ediyor. Kısacası, özel mülkiyet ve devlet birbiriyle içiçedir ve bu içiçeliği biyolojimiz sağlamıştır. Dolayısıyla ayrılması imkansızdır.
Devletle serbest piyasalar her ne kadar çok farklı hatta ters iki kavram olarak karşımıza çıksada ikişide aslında birbirine muhtaçtır. Fakat devletten devlete fark var. Ïlk tarım çağından günümüze devlet kavramındaki değişmeyi anlatmama gerek yok. Fakat göze çarpan şu; her geçen yüzyılda devlet serbest piyasalara daha doğrusu insanların isteklerine göre şekilleniyor çünkü her sistemin gücü insanlardan gelir. Bazıları 'kraliyet' gibi daha katı sistemler olsa bile zamanla değişmişler ve sonuç bugün her zamankinden daha fazla liberal piyasalar oluyor.
Liberalizm devlet kavramını ortadan kaldıramaz çünkü serbest piyasaların etkin olması için bir regülatör lazım. Yani devlet serbest piyasaların isteğine göre daha da değişecektir fakat asla yıkılmayacaktir. Şunu düşünün: yeşilalan yatırımı yapmak isteyen şirketlerin en fazla değer verdiği olay , yatırım yapılacak özel mülkiyetin devlet tarafından korunup korunmadığıdir. Kısacası, önemli olan optimal devlet müdahalesi yapabilen sistemlerdir.
Ekonomide dışsallıklar, devletin müdahalesini gerektiren fakat görünmez el mekanizmasının da ön gördüğü bir kavramdır. Yani serbest piyasalarda eğer bir firma tekel olmak istiyorsa, tekel olmanın sağladığı fazladan faydayı, yeniden piyasaya göndermek zorunda. Bunuda ancak devlet kanalıyla yapar çünkü onu tekel yapan az bulunurluk surları, devletin özel mülkiyete verdiği garanti sayesinde oluşmuştur ve bunun karşılığını devlete dolayısıyla topluma ödemelidir. Dün yapılan Türkcell Süper Lig ihalesi pozitif dışsallığın en güzel örneği.
Kısacası, bir piyasanın serbest olabilmesi için devlet şarttır, yoksa ortada piyasa olmaz. Hatta 'para' bile olmaz. Önemli olan optimal müdahale. Devlet müdahaleyi serbest piyasaların etkinliğini artırmak için yapmalıdır ki günümüz toplumunun talebi de bu yönde. Yapmayan sistemler yıkılmaya mahkumdur ve pekçoğu halihazırda yıkıldı. Bu talep biyolojik etmenlerden kaynaklandığı için gün geçtikçe, dünya sosyalleştikçe (küreselleştikçe) artmakta ve bir geri dönüş mümkün değil.
Bu argümanına karşılık Kıbbutzlar - sosyalist hayat tarzı benimsemiş İsrailde bulunan yaşam alanları- verilebilir ve bu sistemin gayette mümkün olduğu savunulabilir. Fakat bu düşünce yanlıs. Öncelikle sunu belirtmekte fayda var: Kıbbutzlar ne sosyalist bir oluşumdur ne de Leninist bir yapıya sahiptir. Aslında, sosyalist oldukları tartışmaya değer olsa da Leninizmle uzaktan yakından alakaları yok.
Leninizm Marx'in yarattığı bir paradoksu çözmüş bir ideoloji yanı Marksizm'in geliştirilmiş versiyonu. Marksizm devrimin işçiler yoluyla zorla olacağını savunmuştur. Marx’a göre, işçiler sınıfı sadece gelişmiş milletlerde olgunlaştığı için devrim sanayileşmiş devletlerde gerçekleşmeliydi. Fakat bu gelişmiş milletlerdeki işçi sınıfı, emperyalizm onlara entrika çevirdiği için devrimi gerçekleştirecek kadar bilinçli olması imkansızdı(Bunda Sakallinin görüşü). Bu geniş çaplı bir devrimi imkansız yapıyordu ve paradoksa neden oluyordu. Fakat Lenin bu paradoksu çözmek için gerçek komunizmin ancak küresel bir devrimle mümkün olanileceğini savundu ve zafere giden her yol mübahdır mantığıyla Sovyetlerin diğer milletlerin işine burnunu sokmasına kapı açtı. Stalinist düşünce ise bu burun sokma meselesini daha somut hale getirdi(ultimatomlar, işgaller). Yani Leninizm küresel devrim argümanıdır ve Kıbbutzlarla hiç bir alakası yoktur.
Sosyalizme gelince ilk bakışta bu alanların sosyalist bir yapıya sahip olduğu savunulabilir. Bu meseleyi çözmek için öncelikle Kıbbutzların altyapısına bakmalıyız. Kıbbutzlar ideolojik bir altyapıdan gelmez, dinsel nedenlere dayanırlar. İlk Kıbbutzlar Osmanlı zamanında kurulmuştur ve İsrail devletinin temelini atan kurumlar olmuşlardır. Aslında Kıbbutzlar bu yapıya bir devlet ve otorite eksikliği olduğu için geldiler. Bir nevi anarşiyi organize etmek için devletimsi yapılar olarak ortaya çıktılar.
Bu anarşiyi organize eden güçse din oldu. Sosyalist akımların dünyaya yayılmaya başlamasıyla birlikte Kıbbutz sakinleri bu ortamları sosyalizm'e göre modifiye ettiler fakat hiç bir zaman dinlerinden de ödün vermediler. Bu zaten başlı başına bir çelişki, eğer gerçekten komünist bir yaşam varsa, dinin orda işi ne? Ayrıca kibbutzların kurucuları tarım üzerine faaliyet gösteriyordu yanı ortada bir işçi hareketlenmesi de yok. Her ne kadar kuruluşları doğal olsa bile ve ortamda organize bir anarşi hüküm sürse de, sosyalizm oraya yapay olarak gelmiştir ve yapay olan herşey gibi gün geçtikçe küflenmektedir, artık ‘küf kokularını’ İsrail bile bastıramıyor.
Fakat şu gerçek yadsınamaz, Kıbbutzlar sistemi günümüz dünyasında komunizme en yakın sistemdir ve ‘mor inek’ oldukları için çürümeleride yavaş oluyor. Aslında bu yapıları koruyan ve kollayan yine serbest piyasalar. Kendi kendine yetmeleri imkansız olduğu için zamanla, bu bölgelerde de katma değer kavramı gelişmiştir ve bu dolayısıyla farklı maaşlara neden olmuştur. Farklı maaşların da görünmez bir hiyerarşiye neden olduğu açıktır. Yani bu sistemde kendi kendini bitirecektir.
Kıbbutzların insan biyolojisinin potasında da kolay kolay eriyemesinin nedeni onları 'geleneksel yapı' oldukları için kollayan İsrail devletidir fakat bu koruma karşılığı Kıbbutzlar tarımcılıktan, elmas yontuculuğu gibi kapitalist düzene hizmet eden işlere geçmişlerdir. Turizm bile bir gelir kaynağı olmuştur. Ben Kıbbutzları komunizim neden bugünde mümkün olamayacağını gösteren bir deney olarak görüyorum. Onları artık Tanrıları bile kurtaramaz.
- Bugünün serbest piyasaları biyolojik yapımızın bir sonucudur.
- Devlet serbest piyasalar için olmazsa olmaz bir kavramdir fakat önemli olan optimal müdahaleler.
- Kıbbutzlar aslında kominizim'i savunan değil onu çürüten yapılardır.
Her ne kadar Yılmaz Özdil gibi kısa ama anlamlı yazılar yazmak iştesemde bunu başarmak için 30 yıl daha yazmam lazım. Sizi bu kadar okuttuğum için kusura bakmayın. Umarım sınırlarınızın genişlemesinde katkıda bulunmuşumdur. Yorum yazarak sizde benim sınırlarımı genişletirseniz çok sevinirim.



















0 yorum:
Yorum Gönder